
Belirsizlik Çağı romanından bir bölüm
https://myrinayayinlari.com.tr/edebiyat/roman-kitaplari?product_id=633
Şevket’in dükkânı Aksaray’ın arka sokaklarından birindeydi. Zamanla kirden kahve-griye dönüşmüş krem rengi duvarlarda asılı onlarca resim Murat’ta davet edilmediği bir toplantıya çat kapı gelivermiş hissi uyandırdı. Tezgâhın arkasında parçalarına ayırdığı eski bir fotoğraf makinesini kurcalayan Şevket, Murat’ı görünce elindekini kenara bırakıp hemen arkadaşını içtenlikle kucakladı. Şevket’in saçı ve sakalı uzamış, soluk bir kazağın üzerine boy boy ceplerin olduğu haki rengi bir fotoğrafçı yeleği giymişti. Hemen çay söyleyip arkadaşına aç olup olmadığını sordu. Murat arkadaşının ilgisine aynı derecede cevap verememenin utancıyla tok olduğunu söyledi.
Sohbet sırasında duvarlarda asılı yüzlerce fotoğraftaki gözlerin kendini izlediğinden ve sözlerine alaycılıkla gülümsediğinden şüphelendi Murat. Bir arabesk şarkıcı fotoğrafını, bir dizi yıldızının havuz başında şuh pozunu arkadaşının çekmiş olabileceğine inanamamış gibi Şevket’in iyimserlikle gülümseyen yüzüne baktı. Çamur içinde boş bir arsada top koşturan çocuklar, dişsiz ağızıyla gülümseyen simitçi amca, bir elinde suya batırılmış bir marul demetini istavrit tezgahının üzerinde sallayan balıkçı, kapı önünde oturmuş pirinç ayıklayan teyzeler… İnsan bir parçası olmak istiyordu bu yüzler kalabalığının. Murat’ın yitirdiği bir şeye sahiptiler onlar.
“Kızmıyorlar mı fotoğraflarını çekmene?”
Şevket tezgahın üzerinde parçalarına ayırdığı eski makineden başını kaldırmadan cevap verdi.
“Neden kızsınlar? Fotoğraf anı ölümsüzleştiriyor. Herkes ölümsüz olmak istemez mi?”
“Ben istemem.”
Şevket elindekini bırakıp ciddiyetle arkadaşına yaklaştı. Loş bir odada pencere kenarındaki karyolanın ucuna oturup kapıya bekleyen gözlerle bakan yaşlı bir kadın fotoğrafına baktılar birlikte. Murat, kadının fotoğrafın içine hapsolup sonsuz bir bekleyişe koyulduğunu hayal etti. Şevket bir şey söylemek ister gibi arkadaşının omzuna elini attı, ancak konuşmadı.
Bu yüzler Murat’a hiç fotoğrafının olmadığını anımsattı. Çocukken bir pazar sabahı küvette oynarken, bir piknikte topladığı papatyaları annesine uzatırken, kurban bayramında mezbahada boynu kesik dananın yanıbaşında kasabın alnına çaldığı bir parmak kan dehşetli yüzüne yayılmış sıkı sıkı babasının elini kavrarkenki fotoğraflardaki her çocuğun bir diğerinden farklı olduğunu ve hiçbirinin kendisine benzemediğini düşünürdü. Arkadaşlarıyla oyuncak gemi yüzdürmeye gittikleri Nilüfer çayında çocukluğunun tüm fotoğraflarını yüzdürmesi de böyle olmuştu. Oyununa eşlik etsinler diye fotoğraflardaki dayıları, teyzeleri ve arkadaşlarını çamurlu sularda gezintiye çıkarınca annesi adeta sinir krizi geçirmiş, tansiyonu her yükseldiğinde yaptığı gibi elini alnına götürüp kendini salondaki koltuklardan birine bayılır gibi bırakmıştı. Murat bir gezi yazısında Afrika’da bazı kabilelerin fotoğraflarını çekmeye gelen safarici turistleri hiç de misafirperver olmayan bir şekilde karşılamalarının sebeplerinden birinin de çekilen fotoğrafta ruhlarının hapsolduğunu sanmaları olduğunu okumuştu. Bu yüzden neye uğradığını şaşıran zavallı turistleri bazı kara büyü bozma ritüellerine mecbur ediyorlardı.
Olmak istediği adam olduğunda, çok uzaklaştığını hissettiği evine dönmeye hazır olduğunda bir fotoğraf çektirirdi belki. Sürekli görüştüğü lise arkadaşındaki değişimi farketmezdi insan, ancak yıllar sonra büyüyüp adam olmuş bir çocuğu herkes farkederdi. Murat da dönüşünün olduğu adama bir övgü olmasını istiyordu.
Raflarda Rus malı ikinci el Zenit ve Practica filmli fotoğraf makinelerinin yanı sıra yüksek kalitede video ve fotoğraf çekebilen kullanıcısına sadece deklanşöre basmak düşen küçük boyutlarına göre oldukça ukala görünen çeşitli modern makineler de vardı. Sahiplerinin yıllar önce tamir için bırakıp unuttukları makineler tezgahın altında hüzünle eski şaşalı günlerine dönmeyi umut ediyor gibiydiler. Şevket bu makinelerden birini bir bebek kucaklıyor gibi dikkat ve sevgiyle eline aldı.
“En az yirmi beş yaşındadır bu. Çok iş görmüştür.” Makineyi tezgaha geri bırakıp iç çekti. “Buraya geldiklerinde sanki terk edildiklerini biliyorlar.”
“Gelip sormuyor mu sahipleri?”
“Parçaları zor bulunur bunların. Yeni makineler oldukça hesaplı.”
Müşteri olmadığı için dükkanı erken kapatıp birlikte bir ganyan bayiine gittiler. Şevket’in de zaafı buydu işte, at yarışı. Şevket esnaftan birkaç kişiyle selamlaşıp ayak üstü havadan sudan konuştu. Yanlarından ayrılırken de peşlerinden sövmeyi ihmal etmeyerek her Cuma esnafla birlikte namaza gitmezse selamı sabahı keseceklerinden ve müşterilerin dükkandan ayağını keseceğinden yakındı. Dumanaltı olan ganyan bayiinde bekleşen adamlar hararetle biraz sonra başlayacak yarış için kupon dolduruyorlardı. Murat da eğlencesine bir kupon doldurmaya karar verip Şevket’ten tüyolar aldı.
“Birinci koşudaki Ertay ile Pony Express kardeş. İkisinin de babası Barnato. Bunlar banko. Ertay son iki koşuyu kazandı. Buyüzden kazansa da az para verir.”Sonra bültende gözlerini gezdirdi bir süre ve çocuksu bir heyecanla devam etti. “Üçüncü koşuda Yıldızhan’ın jokeyi Nurettin Şen. Bu adam sütçü beygirine binse birinci çıkarır. Beşinci koşuda Ernesto’ya oynama o geçen koşuda bir rahatsızlık geçirdi. Jokeyi üstünden attı. Hayvan asabi. Koşturmamaları lazımdı bir süre. Gözlerini para hırsı bürümüş pezevenklerin. Altıncı koşuda Yıldızağa ve Alişbey eküri zaten biri kazanırsa diğeri de kazanmış sayılıyor.”
“Oğlum üniversitede derslerine bu kadar iyi çalışsaydın okulu bitirirdin” diye alay etti Murat. Şevket arkadaşının şakasına utangaçlıkla güldü. Birazdan çaylar geldi ve atlar yerini alırken herkes nefesini tutarak gözlerini televizyona dikti. Murat’ın dikkatini duvardaki denizkızı resmi çekti. Sarışın, kocaman göğüslü bir deniz kızı hüzünle üzerine oturduğu kayada omzunun üzerinden hüzünle uzaklara bakıyordu. Ressam deniz kızının kuyruğunun altına A.D. diye imza atmıştı.
Birazdan dükkana giren esmer yüzlü sıska bir adam Şevket ve Murat’ın önünde porno filmleri iki eliyle yelpaze gibi açınca Şevket ilgilenmediklerini gösteren bir el işareti yaparak adamı savmak istedi. Adam bunun üzerine çantasından çıkardığı kaçak sigaraları masaya yayarak sırıttı. Şevket bunlardan iki paket alarak cebinden çıkardığı buruşuk kağıt parayı adamın avcuna koydu. Esmer yüzlü adam diğer masalara gidince de kaçak sigaralardan birini açıp yaktı.
“Ne ararsan vardır burda: esrar, kaçak içki…” Köşedeki masada bileğine doladığı tespihli eliyle sakalını kaşıyan adamı gösterip devam etti “Kadın.” Birazdan yarışın başlamasıyla ortam iyice ısınınca mekanda küfürler ve bağrışmalar havada uçuştu.
“Çok güzel hayvanlar.” diye kendi kendine söylenen Murat’ın bu romantik yorumunu Şevket duymazdan gelip bir oturup bir kalkarak yarışı izlemeye devam etti. Murat söylediğinden utanarak çaydan bir yudum aldı. Bağrışmalar birbirine karışırken kimisi yerinde oturamıyor kimisi ekrana doğru “Kop gel” diye tezahürat yapıyordu. Şevket tuttuğu tay birinci gelmeyince okkalı bir küfür savurarak yarışta şike olduğunu iddia edip birinci gelen ata “beygir kazandı” diye hakaret etti. Siniri geçsin diye bir sigara daha yakan Şevket koşudan sonra seyisleriyle birlikte pisti terk eden atları izleyen arkadaşına döndü.
“Hilal seni yemeğe davet etti. Bu akşam bizdesin.”
İki arkadaş akşam haberlerini izlerken Şevket boşalan kadehleri hemen doldurmayı ihmal etmiyordu. Hilal artık hiç ortalıkta yoktu. Haber spikeri bir semt pazarından bildiriyordu. Artan sebze ve meyve fiyatları orta direk vatandaşın sofrasını vurmuştu. Öyle değil miydi hanımefendi? Kendisine uzatılan mikrofona büyük bir ciddiyet ve görev zihniyetiyle rapor veren ev hanımı, üç çocuk annesi Hatice Hanım, “Devlet nerede?”diye soruyordu. Sahi neredeydi bu devlet, diye düşünmekten kendini alamadı Murat. Elektirik fiyatı artarken, doğalgaz yüzünden komşu memleketlere küstüğümüzde, deprem bağışlarını afiyetle yiyorlar efendim diye suçlanan bu devlet, Hatice Hanım’ın ve nicelerinin başına gelen her dertten dolayı suçladığı, herkesin yerini merak ettiği devlet neredeyse çıksındı artık ortaya. Şevket de Hatice Hanım ile aynı fikirdeymiş gibi kaygıyla başını sağa sola sallayarak devleti onaylamadığını belirtiyordu. Murat kendini Hatice Hanım’a ve kaşları çatık arkadaşı Şevket’e ve bilimum memleket meselelerine o kadar uzak hissetti ki bu uzaklığından utanması gerektiğini düşündü. Ama utanmıyordu.
“Türkiye büyük bir değişimin eşiğinde Murat. Kurtuluş yakın. Tüm bu açlık ve sefalet son bulacak. Ülke yeniden kalkınacak ve kısa sürede dış devletlere olan borcumuz kapanacak. Böyle bir mutluluğa önayak olmak da bizim neslimize verilmiş bir lütuf. Tarihi değiştirmek üzereyiz kardeşim.”
“Nasıl olacak o? Seçimlere daha çok var,” diye ilgisizce cevap verdi Murat. Odayı aydınlatan lambanın cızırtısı ve oturduğu sandalyenin sertliğinden ağrıyan kalçası onu rahatsız ediyordu. Rakıdan bulanan midesini bastırmak için küp şeklinde kesilmiş beyaz peynirden bir parça alıp ağzına attı. Boşalan bardağını yeniden dolduran arkadaşına engel olmaya çalışırken sandalyede sendeleyince neredeyse yere düşecekti. Çabucak toparlandı ancak arkadaşı çoktan kadehleri doldurmuştu. Bir anda Şevket’in nefesini boynunda hissedip ürperdi.
“Devrim,” diye fısıldadı arkadaşı kulağına, “Çok yakında bir devrim olacak.”
Murat oturduğu yerde öksürerek irkildi. Şevket “devrime” deyip kaldırdığı kadehi bir dikişte içerken şaşkınlıkla arkadaşını izledi.
“Ne mutlu bize o günleri göreceğiz yakında. Hazırlıklar tamam. 2000’in ilk günlerinde gerçekleşecek. Kardeşlik toplumun genç kesimi tarafından destekleniyor. Çığ gibi güçlenip büyüyoruz. Suçlular cezasını bulacak yakında. İstemez misin?”
“Tabii orası öyle, ama devrimle falan çözülecek meseleler değil bunlar.”
İki arkadaş ilk defa birbirlerine bir yabancıya bakar gibi baktılar. Murat duvardaki saate göz ucuyla bakıp gitme vaktinin geldiğini belirtecek bir cümle arayışına girdi.
“Birlik olmamız gerek,” diye yutkundu Şevket. Bakışlarındaki tiksinti Murat’ı kurşun gibi delip geçti.
“Geç oldu. Bir taksi çağırır mısın bana?”
“Birlik olmamız gerek,” diye yutkundu Şevket. Bakışlarındaki tiksinti Murat’ı kurşun gibi delip geçti.
Ayağa kalktığında odadaki şekillerin birbirine girmeye başladığını farketti.
“Kardeşliği bozmaya çalışan güçlere izin verilmeyecek.” Gözlerinden öfke ve tiksinti akıyordu. Murat’ın çarparak düşürdüğü ekmek bıçağını yerden aldı. “O kadınla olan ilişkini tasvip etmiyor Kardeşlik. O da Amerikan uşaklarından biri. Bizi sömürgeye çeviremeyecekler.”
Duvardaki takvime gözlerini sabitleyerek dengesini bulmaya çalışan Murat, arkadaşının “o kadın” diye bahsettiğinin Asya olduğunu hemen anladı.
“Benim üniversiteden beri bir ilgim yok Kardeşlik’le.”
“Kardeşlik bozulmaz, Murat. Bizi yıkmalarına izin…”
“Gitmem gerek.”
Kapıya doğru ilerlerken yalpalayıp neredeyse düşen Murat’ı kolundan tutup kaldıran Şevket’in elindeki ekmek bıçağını hala bırakmadığını farketti. Kolunu Şevket’in elinden kurtarıp kendini sokağa atan Murat’ın ardından arkadaşı söylenmeye devam etti.
“Kardeşlik seni izliyor, Murat. Dikkatli ol.”
*Belirsizlik Çağı adlı romanımdan bir bölüm. Bu bölüm Öykü Gazetesi‘nde yayınlanmıştır.
Yorum bırakın